TELVE Haz-Tem 2013
Ben düzenlemeye çalıştıkça daha çok karışıyor
herşey…
Geldiğimden beri o kurs senin bu kurs benim deli
dana gibi dolanıyorum…
İngilizce öğrenme işi iyi
gidiyor ama bu sefer Fransızca’yı unutmaya
başladığımı fark edip, Fransızca kursuna sardım :))
Engineering Connection’dan Project Management’a
sıçradım…
O da bitti…
Şimdi sıra sınavlarda… PMP
sınavına girilecek, tam da bu esnada PEO mülakata
davet etti… Anlayacağınız bu işler çorap söküğü
misali gidiyor, arada hızlı sökülüyor, arada düğüme
denk geliyorum biraz duraklıyor… Sökülen ipleri
düzenli sarmak gerek, bazen onları da
kaçırıveriyorum elimden…
E bi taraftan bu işler, bi taraftan memleket halleri…
Bedenimiz burada… Kalbimiz memlekette…
Aklımızın yarısı orda yarısı burda… Ne zor işmiş
kardeşim göçmen olmak…
Rahmetli dedemi
anıyorum arada… O da 40’larında mecburen göç
etmiş anayurda… Keşke bileydim bir gün göçmen
olacağımı da daha çok dinleseydim hatıralarını;
öğrenseydim göçmenliğin duygularını… Belki
boğazımda bir düğümle dolaşmak zorunda
kalmazdım o zaman…
Amaaann… Biraz kafa dağıtalım…
Yeter bu dile taktığım, ne zamandır Türkçe kitap
okuduğum yok…
Eehhh yeter…
İsyankârım bu aralar çok… Türkçe okuycam… Geçen
seneden beri başucumda bekleyen Ece
Temelkuran’ın kitabı var… Ruh halime de uygun:
“Biz burada devrim yapıyoruz Sinyorita!”
ROM’da Mezopotamya sergisi var gidelim miiiii?
Üç hatun buluşuyoruz… Üçümüz de ayrı
hikâyeleriz…
Belki bir gün de hayatımdaki kadınları
yazmalıyım :)) Önce renklerine göre ayırmam
lazım… Neyse birimiz sarı, birimiz oranj, ben adım
gereği rengârenk fakat o gün için ve Mezopotamya
anısına yeşilim…
ROM gişelerine neşe katarak biletlerimizi alıyoruz ve
saçları peruk gibi gözüküp de gerçek olan görevliye
gösterdikten sonra giriyoruz müzeye…
Benim ilk
ROM deneyimim… Kocaman dinazor iskeletine
bakakalıyorum… Kafası ne kadar da küçükmüş
derken bakıyorum bizimkiler cafe’yi arıyorlar…
Açıııızz…
Üst kat alt kat derken sonunda buluyoruz
yolu… Merdivenin başında yazıyor: cafe’ye 27
basamak :)) Sayıyoruz inerken… Tam da 27
basamak vallahiii…
Yemekleri al, sohbete dal derken
vakit geçiyor…
E hadi kızlar Mezopotamia bizi
bekler… Bir süre de Mezopotamia bölümünü
aramakla vakit harcıyoruz, çünkü gördüğümüz her
şey ilgimizi çekiyor, çekmekle kalmayıp bi de
dağıtıyor… Allahtan arada birimizin aklı başına
geliyor da diğerlerini çekiştiriyor… Sonunda
Mezopotamya’dayız…
Sergi Sümer’lilerle başlıyor, Asur’lularla devam
ediyor ve Babil ile bitiyor.
Tabii ki fotoğraf çekmek
yasak ama ben dedim isyankârım bu aralar diye
ya… Dayanamayıp flaşsız 1-2 poz çekiyorum… Çok
isteyip de çekemediklerim de var…
Sümer bölümünde unutamadığım parça “Standing
Statue of Gueda” mesela.
Nedense o kadar parçanın
içinde aklımda o kalmış işte… Bi de yazıyı
buldukları için müteşekkiriz kendilerine…
Sonra Asur’lulara geçiyoruz… İngilizce’si aklımı
karıştırıyor… Assyria… Assyrian da Süryani demek
de mi? Olabilir mi? Neden olmasın? Belki de zaten
öyle…
Neyse orada da ilk karşıma çıkan
Ashurnadirpal II’nin röliyefi ve kutsal ağaç… Bir tek
ağaç… Hayat ağacı… Ağaç hep kutsal oldu bizim
için… Kökleri köklerimizi, geçmişimizi hatırlattı;
dalları, filizleri geleceğimizi…
Ve işte Gılgamış
Destanı’ndan bir bölüm… Acaba bu Nuh Tufanı’nın
anlatıldığı bölüm mü? Hani 3 kutsal kitapla aynı
olan… Belki de…
İlmiye Çığ’la gezebilseydik keşke
bu sergiyi diye aklımdan geçmiyor değil hani :)
Üçümüz de ayrı noktalara takılıp kalmışız
bakıyorum da… Ben gizlice bir fotoğraf
çekiveriyorum… Vallahi pardon ama bunu yapmak
zorundaydım… Biz scuba yapıcaz diye bi sürü
uğraşalım; abiler tulumla halletmişler işi :)))
Babil’in girişinde Hammurabi Kanunları var… Bunu
da çekmem lazıııııımmmm… Ahh… Tarih hocam…
Ahh Ayten Hocam… Senin de kulakların çınlasın
çılgın kadın :))
Babil’in asma bahçeleri… Biz günümüzde yeşil bina
yapıcaz, LEED sertifikası alıcaz diye uğraşıp
duralım, sanki çok yeni bişey keşfediyomuş gibi
yeşil çatı yapalım…
Ooohoooo…
Sergiden daha ilginç olan ne biliyor musunuz?
Serginin tanıtımı…
“Bugünkü dünyamızı
şekillendiren Mezopotamya”… Buluşlar; Şehircilik…
Medeniyetin beşiği…
İşte tam da benim kafama takılan soru:
Gençlerimizin belleğinde hiç mi izi kalmamış bütün
bunların da bugün medeniyetten bu kadar uzağız?
Benim aklım karışık, kalbim kırık…
EED
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder