8 Aralık 2015 Salı

BUSY BUSSSSYYYY…

TELVE Ekim-Aralik 2013



Oooooo…. 

Tamı tamına 3 ay olmuş yazmayalı… E işe başlayalı da 3 ay… 

Hayat normal düzenine girdi, sonunda turist modundan çıktım… Ama bizim komedi devam ediyor. 

Bi kere ilk hafta neredeyse ofisteki gençlerin hiçbirinin ne dediğini anlamadım, tek duydum “wuaa wuuuaaa wuuğğaaa” diye bir ses… Ay insan bi kelime dahi çekip çıkarmaz mı aradan. Hani “it is” falan… Yok anam…! Kulaklarımı beş açıyorum yine faydası yok… 

Hele bi tanesi var Harry Potter kılıklı, 3 ay geçti yeni anladım ki çıkan “oorrgg” sesi “morning”miş . Ben de diyorum kimse bi günaydın demiyo… 

Alışıyorum yavaştan yavaştan… Onlar da beni bu arada ya salak ya da kendini beğenmiş sanıyolar . Tabii buna benim de katkım yadsınamaz… 

Geçen gün tuvaletten dönüyorum, baktım bizim ofisin kapısının önünde bi Purolator paketi… 

Allah Allah! adam da bi kapıyı çalıp teslim etmemiş mi diye düşünüp aldım paketi elime, şirin şirin girdim içeri; sekretere “Purolatoooorrr” diye seslenerekten… 

Kadın patlattı kahkahayı tabii, meğerse o gidecek paketmiş . 

Ulen ne biliiim ben… 

'Salak' demedi de kibar Kanadalım, yine de 'yardımcı olmaya çalıştığın için teşekkürler' dedi. Ben bayrak kırmızı… 

İşe başladığımın 3. Haftası Müşteri Memnuniyeti Kokteyli yapmasınlar mı? 

100 küsur davetli… 

Kim kimdir? Ne konuşucam? Nasıl konuşucam? 

Neyse bir hafta önce davetlilerin listesi geldi fotograflarıyla birlikte, kim hangi şirkette herşeyi yazmışlar… 

E ben naaptım? Tabii aldım listeyi elime, LinkedIn’ den girdim Facebook’ tan çıktım… Gel gör ki geceye gittiğimizde, yüzleri hatırlıyorum, isimler ve detaylar nanay . 

Neyse bikaç kişi aklımda iyice yer etmişti… Bi kere OHL’in Vice President’ i geliyor, onunla hemen bi hockey muhabbeti kurarım diye planladım… Planladığım gibi de oldu… 

Ben şirkette ve ülkede yeni olduğumu söyleyince adam çok sevindi, göçmenlerin tecrübeli oldukları konularda çalışabilmesini hakikaten canı gönülden destekliyor. Benimle ilgili fasıl bitince ben sordum tabii… 

“Eeee siz Ontario Hockey League’de ne yapıyosunuz inşaat mühendisi olarak?” dedim… Hani oradan arena inşatlarına geçeriz falan derken kahkaha patladı…

Allah iyiliğini versin… OHL Ontario Hockey League değilmiş, İspanyol inşaat şirketiymiş iyi mi . ahahahahaaa… Yine bayrak kırmızı . 

E canım o gün de 29 Ekim :)) 

Türkiye’den olduğumu söyleyince Avrupa’yı da bilen ve hatta birkaç sene Dubai’ de çalışmış bir kadın yönetici Türkiye’ de inşaat piyasasında kadının yerini sordu. Allahtan inşaat sektörünü sordu… Ya maazallah çocuk gelinleri soruverseydi, ya tecavüzleri, cinayetleri sorsaydı… 

Şekerim ben sana ayak üstü nasıl anlatiiimm…? “Aslına bakarsanız burada da pek farklı değil, kadın ve inşaatçıysan şöyle bi adım geri çekilip de bakıyolar, aynı işte…” dedim. “Doğru” dedi… 

“Türkiye’ de kadınlar özgür de mi?” dedi. “Evet” dedim… Dubai’ de değillermiş ya… Hele Suudi Arabistan’ da araba bile kullanamıyolarmış… “Yaaa ne fena” dedim…

“Biz çok şükür laik bir cumhuriyetiz ve tam da bugün 90. yılını kutluyoruz” dedim… Kadehlerimizi Türkiye Cumhuriyetine ve kadınlarına kaldırdık . 

Bu arada Türkiye demişken, inşaat demişken daha çok yeni bir projeden bahsetmek istiyorum ve herkesi de bu projeyi incelemeye, duyurmaya ve yardım etmeye davet ediyorum.

Gezi gençleri var ya, hani şu herkesin ezberini bozan, hiçbirşeyle ilgilenmeyen bir gençlik var. Sağ gösterip sol vuran… İşte onlar Van’ da barınaksız kalan depremzedeler için harekete geçmişler, Van’da Mahalle Kuruyoruz! Sokaklardan birinin adı Kanada olsun mu? 

EED 

Not: Projeyle ilgileneler lütfen bana elvan.eryoner@gmail.com’ dan e-mail yoluyla ulaşsınlar. 

Guncel Not: (Aralik 8, 2015) Bu projeyle ilgili tek bir e-mail geldi :(( sonra da ben biraz yazmaya kustum sanirim. Bir sure sonra hem projeyi takip etmeyi hem de yazmayi biraktim... Yani Telve'ye yazmayi... Simdilerde cok israr ediyorlar yaz diye ama hala icimden gelmiyor... yani okuyan yoksa ne gerek var de mi?! Neyse du bakalim belli olmaz... belki barisirim yakinda :)))

YAZ YAZ YAAAZZ… BİR KENARA YAZ…

TELVE Agustos-Eylul 2013



Yaz, yazın gelmesini beklemekle geçti… 

Kışın soğuk olması değil ama yazın bi türlü gelmemesi sarstı beni… 

Nemli, gri, basık yaz havası mı olur yahu… Bekle bekle gelmedi gitti yaz… İçim şişti… 

“Pencere önünde 
Arkadaştan ayrı 
Porselen saksıda 
Bir süs çiçeği”* 

Yaz gelicekti, güneşte ısınacaktık… Denize olmasa da göle dalıp çıkacaktık… Olmadı olmadı gitti… 

Islak, yapış yapış, depresif yaz bitti çok şükür :)) 

Yazın en güzel zamanıysa kardeş zamanıydı:) Kardeş candır; kardeşin yavruları candan can… Özlem giderdik, yeni yeğen mis kokulu Defne’yle tanıştık… Hadi bakalım özlenecekler listesine birisi daha eklendi:) Telefon kadar sandığı teyzoşun normal insan boyutlarında olduğunu, öpüp koklayabildiğini görünce o da beni sevdi galiba… Ama bu aralar şaşkın şaşkın bakıyo; teyzoş yine o küçük kutunun içine girdi…. 

Derken sonbahar geldi… Ben pek bilmem sonbahar mevsimini, İzmir’de bir şekilde yazın devamıdır ve denizin en güzel zamanıdır… 

Burada da sonbaharda şöyle bir huzur doldu içime… Ilık sonbahar güneşi, hafif bir esinti, nem yok… 

Ooohh… 

Buranın en güzel mevsimi sonbaharmış… Galiba doğru… 

“Olamaz mı? 
Olabilir… 
Onca yıl sen burada 
Onca yıl ben burada 
Yollarımız hiç kesişmemiş 
Şu eylül akşamı dışında.”** 

B. Ortaçgil dinlemeli bu aralar… Bir kadeh şarap eşliğinde biraz eskileri anmalı… Sonbahar ya az romantik olmalı….mı? 

“Olmamalı mı? 
Yoksa hiç değişmemeli mi? 
Ama ben değişmezsem ben olamam ki” :)*** 

Neyse bu kadar duygu yeter; biraz da iş yapalım… Artık çalışmak zamanıdır… 

Başvurular, mülakatlar (bu kelimeyi İngilizce mi yazsaydım acaba :)… olmadı baştan… Resume ve cover letter… So What?ı bulmaya çalışmalar… Sonunda anlayıp danışmana daha önce böyle bir letter görmedim, yorum yapamayacağım dedirtmeler:)) 

Ve nihayet biraz bu işi anlamanın daha çok da şansın yardımıyla… 

nınınıııı… Mutlu son… 

Friends dizisinden Office dizisine transfer oldum… 

Yeni bölümlerde görüşmek üzere :) 

EED 

B.Ortaçgil Şarkıları: 
*Pencere Önü Çiçeği 
**Eylül Akşamı 
***Olmalı mı, Olmamalı mı? 

AKLIM KARIŞIK, KALBİM KIRIK…

TELVE Haz-Tem 2013




Ben düzenlemeye çalıştıkça daha çok karışıyor herşey… 

Geldiğimden beri o kurs senin bu kurs benim deli dana gibi dolanıyorum… 

İngilizce öğrenme işi iyi gidiyor ama bu sefer Fransızca’yı unutmaya başladığımı fark edip, Fransızca kursuna sardım :)) Engineering Connection’dan Project Management’a sıçradım… 

O da bitti… 

Şimdi sıra sınavlarda… PMP sınavına girilecek, tam da bu esnada PEO mülakata davet etti… Anlayacağınız bu işler çorap söküğü misali gidiyor, arada hızlı sökülüyor, arada düğüme denk geliyorum biraz duraklıyor… Sökülen ipleri düzenli sarmak gerek, bazen onları da kaçırıveriyorum elimden… 

E bi taraftan bu işler, bi taraftan memleket halleri… Bedenimiz burada… Kalbimiz memlekette… Aklımızın yarısı orda yarısı burda… Ne zor işmiş kardeşim göçmen olmak… 

Rahmetli dedemi anıyorum arada… O da 40’larında mecburen göç etmiş anayurda… Keşke bileydim bir gün göçmen olacağımı da daha çok dinleseydim hatıralarını; öğrenseydim göçmenliğin duygularını… Belki boğazımda bir düğümle dolaşmak zorunda kalmazdım o zaman… 

Amaaann… Biraz kafa dağıtalım… Yeter bu dile taktığım, ne zamandır Türkçe kitap okuduğum yok… 

Eehhh yeter… İsyankârım bu aralar çok… Türkçe okuycam… Geçen seneden beri başucumda bekleyen Ece Temelkuran’ın kitabı var… Ruh halime de uygun: “Biz burada devrim yapıyoruz Sinyorita!” 

ROM’da Mezopotamya sergisi var gidelim miiiii? 

Üç hatun buluşuyoruz… Üçümüz de ayrı hikâyeleriz… 

Belki bir gün de hayatımdaki kadınları yazmalıyım :)) Önce renklerine göre ayırmam lazım… Neyse birimiz sarı, birimiz oranj, ben adım gereği rengârenk fakat o gün için ve Mezopotamya anısına yeşilim… 

ROM gişelerine neşe katarak biletlerimizi alıyoruz ve saçları peruk gibi gözüküp de gerçek olan görevliye gösterdikten sonra giriyoruz müzeye… 

Benim ilk ROM deneyimim… Kocaman dinazor iskeletine bakakalıyorum… Kafası ne kadar da küçükmüş derken bakıyorum bizimkiler cafe’yi arıyorlar… 

Açıııızz… 

Üst kat alt kat derken sonunda buluyoruz yolu… Merdivenin başında yazıyor: cafe’ye 27 basamak :)) Sayıyoruz inerken… Tam da 27 basamak vallahiii… 

Yemekleri al, sohbete dal derken vakit geçiyor… 

E hadi kızlar Mezopotamia bizi bekler… Bir süre de Mezopotamia bölümünü aramakla vakit harcıyoruz, çünkü gördüğümüz her şey ilgimizi çekiyor, çekmekle kalmayıp bi de dağıtıyor… Allahtan arada birimizin aklı başına geliyor da diğerlerini çekiştiriyor… Sonunda Mezopotamya’dayız… 

Sergi Sümer’lilerle başlıyor, Asur’lularla devam ediyor ve Babil ile bitiyor. 

Tabii ki fotoğraf çekmek yasak ama ben dedim isyankârım bu aralar diye ya… Dayanamayıp flaşsız 1-2 poz çekiyorum… Çok isteyip de çekemediklerim de var… 

Sümer bölümünde unutamadığım parça “Standing Statue of Gueda” mesela. 

Nedense o kadar parçanın içinde aklımda o kalmış işte… Bi de yazıyı buldukları için müteşekkiriz kendilerine… 

Sonra Asur’lulara geçiyoruz… İngilizce’si aklımı karıştırıyor… Assyria… Assyrian da Süryani demek de mi? Olabilir mi? Neden olmasın? Belki de zaten öyle… 

Neyse orada da ilk karşıma çıkan Ashurnadirpal II’nin röliyefi ve kutsal ağaç… Bir tek ağaç… Hayat ağacı… Ağaç hep kutsal oldu bizim için… Kökleri köklerimizi, geçmişimizi hatırlattı; dalları, filizleri geleceğimizi… 

Ve işte Gılgamış Destanı’ndan bir bölüm… Acaba bu Nuh Tufanı’nın anlatıldığı bölüm mü? Hani 3 kutsal kitapla aynı olan… Belki de… 

İlmiye Çığ’la gezebilseydik keşke bu sergiyi diye aklımdan geçmiyor değil hani :) 

Üçümüz de ayrı noktalara takılıp kalmışız bakıyorum da… Ben gizlice bir fotoğraf çekiveriyorum… Vallahi pardon ama bunu yapmak zorundaydım… Biz scuba yapıcaz diye bi sürü uğraşalım; abiler tulumla halletmişler işi :))) 

Babil’in girişinde Hammurabi Kanunları var… Bunu da çekmem lazıııııımmmm… Ahh… Tarih hocam… Ahh Ayten Hocam… Senin de kulakların çınlasın çılgın kadın :)) 

Babil’in asma bahçeleri… Biz günümüzde yeşil bina yapıcaz, LEED sertifikası alıcaz diye uğraşıp duralım, sanki çok yeni bişey keşfediyomuş gibi yeşil çatı yapalım… 

Ooohoooo… 

Sergiden daha ilginç olan ne biliyor musunuz? Serginin tanıtımı… 

“Bugünkü dünyamızı şekillendiren Mezopotamya”… Buluşlar; Şehircilik… Medeniyetin beşiği… 

İşte tam da benim kafama takılan soru: Gençlerimizin belleğinde hiç mi izi kalmamış bütün bunların da bugün medeniyetten bu kadar uzağız? 

Benim aklım karışık, kalbim kırık… 

EED

Bin 1 ada masalları…

TELVE Mayis 2013


Kanada’ya ilk gelişim bir haftalık bir tatil içindi… Az Toronto üstü Montreal, Quebec City gezmiştim… Taaa o günden beri Erdem’in başının etini yiyip duruyordum “1000 Islands” diye… 

Sonunda Rabbim sesimi duydu da Türk Milli Voleybol Takımı’nı hazırlık maçı için Kingston’a gönderdi :)))) 

E milli takım gelmiş, hazır takvimler de 19 Mayıs’ı gösterirken biz de Gençlik ve Spor Bayramı’mızı adına yaraşır bir aktiviteyle kutlayalım; de mi ama :) Oraya kadar gitmişken Gananoque’a da gidiveririz canıııımm :) 

1000 Islands’ı gezdik… 

2,5 saatte binini birden gezmedik tabii, hoş 1000 tane var mıdır? Orası da muallak :) 

İrili ufaklı, ben diyeyim kaya parçası, siz deyin kara parçasının üzerine duruma göre kimi şato kondurmuş kimi gecekondu… Manzarayı görünce aaayyy... şuna baakk ne romantiiiikk…. Ayyy ne şiriiinn… oooo… ne hikaye, masal gibiii… diye nidalar atıyosunuz daaa iş oralarda yaşamaya gelse siz ne dersiniz bilmem ama ben almıyiim…! 

Zaten bu Kuzey Amerika ellerinde insana hasret kalmışım… Sokaklarda bir hayat belirtisi görünce çığlık atıyorum… Bi de öyle ıssız ada… 

İstemeeeem… 

Fakat bunun yanında Kingston ve Gananoque’a hayran kaldım… 

Bi kere dükkanlar açık mı, kapalı mı merak etmiyosunuz… Sokaklarda insanlar yürüyo… Yani sadece spor olsun diye koşanların dışında sallana sallana yürüyen, dondurmasını yiyen, parkta banka oturmuş sohbet eden insanlar var sokaklarda… Kimi cafelerin, restoranların bahçelerinde, kimi evinin önüne masayı, mangalı atmış keyifte… 

Hayat var özetle… 

Ohh be kardeşim…! Napiiim ben masal kahramanlarını, bana insan lazım… Konuşsun, gülsün, ağlasın, kahkaha atsın… Etrafımızda hayat olsun, hareket olsun… Sevdiceğinizin elleri ellerinizden, eşin dostun sesi kulaklarınızdan eksik olmasın… 

Kingston’a gittik nerde ne yiycez derseniz, o işlere ben değil Varol bakıyo gerçi ama yine de bir iki ufak ipucu verebilirim… Biz İrish Pub olduğuna kapılıp Tir Nan Og’a oturduk; fakat aklımız Fish&Chips’ci The Pilot House’da; Jack Astor’s’ın muhteşem terası ve Lone Star’ın göle sıfır bahçesinde kaldı… 

Bi de ev yapımı dondurma yiyemedik… Bi daha gidicez mecbur… :))) 

Gananoque’da da Varol’un sözünü dinleyerek Gananoque Inn’de clam chowder içip, Montreal smoked meat sandviç yedik… 

Ne de iyi ettik… 

Fakat kahve için başka bir önerim var: Socialist Pig Coffeehouse… Bu da benden ufak bir kopya size :) 

Bi kere herşeyden önce bina taş… Öyle 3 ahşap 2 alçıpandan değil film seti gibi… Daha önce söylemiş miydim, kendimi filmde gibi hissediyorum diye… Ben herkes İngilizce konuşuyo diye sanıyodum şimdi farkediyorum, binalardan dolayı da olabilir :)))) 

Taş bina görünce heyecanlanıveriyorum işte… Dekorasyonu, tabağı çanağı ve menüsü pek bi stil sahibi… İlla ki bi kahve için derim… 

E şimdi biz 1000 Islands’ı gezdik deeee, bi de bunun 10 bin’i varmış :))) hemen hedefler arasına kattım :) 

Aaa… Maç mı nooldu? 

50 kişi civarındaki Türk taraftarının çılgın tezahüratına dayanamayan millilerimiz, muhteşem bir maç izlettiler bize… 

3-2 Türkiye kazandı maçı… 

19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’mızı hakkıyla kutladık… Son derece zevkli ve bir o kadar da heyecanlı bir maç oldu… 

E zaten Kanada Milli Takımı da bize yabancı değil… Hocaları Glenn Hoag İzmir’de Arkas’ın antrenörü; oyunculardan da 3’ü Arkas’taydı son iki sezondur. Bu sene de Schmitt gidiyor… 

İki milli takıma da katılacakları Avrupa ve Dünya Şampiyonalarında başarılar dilerkeeeen 7-8 ve 14- 15 Haziran’da Mississauga Hershey Center’da oynanacak olan Dünya Ligi maçlarına biz biletlerimizi aldık, sonra demedi demeyin… 

EED