15 Mayıs 2012 Salı

herkes soruyor: alıştın mı?


Sanki hiçbişey yapmıyomuşum gibi geliyor ama düşününce pek de azımsanmayacak bir çaba içerisindeyim…
İyiye güzele alışmak kolay canım nolcak… demeyin…
Hergün değişik bişey çıkıyo insanın karşısına… kah gözlerin doluyor bazen sinirden bazen özlediklerini hatırladığından, kah böğürerek kahkahalar atmak istiyorsun...

Evlilik olayı açıkçası çok maceralı değil… ama ben gerçek bir sokak çocuğu olarak bir ev hanımı olmaya kalkınca biraz maceralı oluyor J)) her gün bir yerimi ya kesiyorum ya çiziyorum ya yakıyorum hiçbirini başaramazsam en azından sağa sola elimi kolumu olmadı kafamı çarpıyorum… 5 ay geçti ama hala acemiyim anlıycaanız… ilgi alanım ve sohbet konularım biraz değişmiş durumda J)) birkaç kadın birarada kıstırdım mı temizlik ya da yemek tiyoları alabilir miyim diye çalışıyo kafam J))) bazen silkeleniyorum ve halime gülüyorum ama gerçek bu kardeş J)) bildiğin Ayşe teyze…
Alışmış mıyım? :))

Sokak daha maceralı tabii… belediye otobüsüyle seyahat ediyorum bi kere… her gün sabah aynı otobüslere biniyorum, şoför abiler tanıdık… hatta benim 35W numaradan önce bizim duraktan bi de 41W numara geçiyo, adam her sefer duruyo ben de ona "35i bekliyorum" diyorum J)) en son geçen gün yağmurda çok ısrar etti, kırmadım bindim J)) bizim durak kapalı değil, 3 durak sonraki kapalı durağa bıraktı beni sağolsun… bizim duraktan binen bi de çekik gözlü teyze var, bizim oralardaki bi hastanede hemşire olduğunu tahmin ediyorum, her hafta mesai saati değişiyor… artık onunla da selamlaşmaya başladık…
35W numarayla yaklaşık 35-40 dakika yol yaptıktan sonra inip 19S’a biniyorum… bu da bizim 169 gibi 10 dakikada 1 geçiyo… ama artık bi de express 103’e binmeye başladım… 19da benim şoför yoksa 103ü bekliyorum hem o daha çabuk gidiyo, hem de şoför diğer 19lardan daha sempatik J))) 19daki benim şoförü merak ettiniz tabii, wallaa ben de merak ediyorum 10 gündür yok adamcaaz…
Burda bazı alışkanlıklar var, zamanla siz de ediniyosunuz… otobüse bindinmi şoföre merhaba diyosun bi kere, o da sana merhaba deyip, bilet atınca da teşekkür ediyo J) sonra inerken istersen ön kapıyı kullanabiliyosun, kimse bağırıp çağırmıyor… neyse ön kapıdan iniyosan da şoföre sen teşekkür ediyosun, o da ya bişey değil ya da bye bye diyo J)) böyle minik diyaloglar insana iyi geliyor… haaa eğer arka kapıdan indiysen de şoföre el sallayıp teşekkür ediyosun J)
Benim bu 19Sdeki şoför ise bi alem… binince ben genelde “hiiii J” diyorum… yanında gülücük işareti de koydum ki yüzümün ifadesi de anlaşılsın ;)… adam da “nice to see you” diyo J))) ne güzel de mi? Otobüsün şoförü beni görünce seviniyo…. Sonra inerken ben genelde teşekkür etmeyi tercih ediyorum… bi gün harika bir Çarşamba geçirmemi diledi, başka bir gün de toplu ulaşımı tercih ettiğim için teşekkür etti J)) adam otobüse binen ve otobüsten inen herkesin yüzüne küçük bir gülümseme konduruyor… seviyorum miway'i :) bi tek artık köri sevmiyorum...
Alışmış mıyım :))))

Buraya alışmak çok kolay değil biliyo musunuz? Hangi birine alışıcan kardeşim… İngilizcem ilerlesin diye okula başladım biliyosunuz, fena da gitmiyor hani… evde sürekli tv açık, ben okumayı yeni söken çocuklar gibi bütün tabelaları ve yazıları sesli sesli okuyorum ve aksanım için düzeltme ya da takdir bekliyorum J)) bütün bu aktiviteler sayesinde İngilizceye alışıyorum… alışıyorum da ne fayda J)) geçen gün yine otobüste arkamda dardardar biri konuşuyo nefes almadığı gibi bilmediğim başka bi dil konuşuyo, hadi onu atlattım okula geldim, bahçede bekliyorum… etrafımı 4-5 kadın sardı… onlar da başladılar arapça konuşmaya… onlardan kurtulsan biraz ilerde tek hece ile konuşan bir grup var… çince mi bilmiyorum ama o dolaylardan bi grup… bir dilde bütün kelimeler tek hece olur mu kardeşim yaa… Ayyy bağırarak kaçmak istedim… hangi birine alışıcam… bazen İngilizce konuşuluyor ama cevap verebilmen için önce İngilizce konuşulduğunu kavrayabilmiş olman gerekiyor J)))
Sonra bu ingilizce ne garip bi dil kardeşim... bi harf ya da harf grubu bi şekilde okunur de mi? fransızcada o ve u yanyanaysa u okursun, başka bi şekli yoktur yani ... yok bunlar canları istedi mi dirrekt diyolar canları istedi mi dayyrekt; en basiti... uydur uydur oku... bazen tutmuyo tabii :))) bişeyi anlamayıp pardon dedin mi herkes birbirinden ingilizcesi için özür diliyo :)
Geçen gün yine otobüste eve geliyorum, yanıma bi adam oturdu, elinde kese kağıdı var içine bakıp duruyo... yan koltuktaki kızlar kıkırdıyo, ben de dönüp baktım ki kesekağıdı mavi yengeç dolu... bu sefer kızlar benim ilgilendiğimi görünce korktuğumu sandılar :))) adam da çıkardı dokunmak ister misin diye bana uzattı bi yengeci, ben de aldım :))) kızlar da adam da şaşkın tabii... ben dedim dalgıcım biliyon mu korkmam şuncacık şeyden... tabii burdaki en mühim muhabbet açma sorusu karşılıklı soruldu "nerdensin?" :)) ben Türkiye deyince, ooo akdeniz mutfağı bilirsin o zaman dedi adam... o da Mısır'danmış... ben de hemen atladım tabii aaahhh Sharm el Sheik diye :)) neyse sonra tabii içimdeki Ayşe teyze kendine geldi... nasıl yapıyosun bunları diye sorup bi güzel tarifini aldım sanki yapacakmışım gibi... :))) adamcaaz tarifi verirken "cumin" dedi... ben biraz düşünüp sonra "aaa ok kimyon" dedim... yazık o da kimyon diye düzeltip bi de ingilizcesi için özür diledi benden :))))) hemen düzelttim senin ki doğru benim söylediğim türkçe diye, ama wallaaa bi taraftan da sevindim demek ki nasıl bi ingilizce konuşuyorum ki adam benden 5 kat iyi ingilizcesi için özür diledi :))))
Yani işte ben alışamazsam da onlar bana alıştılar bile ;)
EED

6 Mayıs 2012 Pazar

adını gelincik koydum…

Neyin mi?
Köşemiiiiin…

Hangi köşe öyle ya J)))
Şimdi bu Luka’yı yazdım ya ben… Buradaki Turkish Society of Canada’nın resmi bülteni Telve’ de yayınlandı ya bayram konuğu olarak (http://telve.turkishcanada.org/)… Evnur Hanım’ dan bi mail geldi bi gün, iltifat dolu J bir de diyordu ki her ay yaz, köşene de bi isim bul!

Kıvranıp duruyordum günlerdir… En sonunda biraz önce koydum adını J)
the red weed

nam-ı diğer gelin-cik, bencileyin ;)


Bu arada da size anlatacağım hikayeler de birikti… yakında hepsini bi çırpıda anlatıcam…
Görüşürüz…

EED

23 Nisan 2012 Pazartesi

My name is Luka, I live on the second floor...

Bu şarkıyı nerede hatırladığıma inanamazsınız ve boğazımda bir yumru olduğu için sadece kafamın içinde mırıldanabildiğime de…

23 Nisan kutlamaları kapsamında iki aktivite yapıldı, ikisine de katıldım. Ne de olsa uzakta ilk milli bayramdı ve ilk defa şu haberlerdeki cümlenin, “yurtdışı temsilciliklerde coşkuyla kutlandı” bölümünün, bir parçasıydım…
22 Nisan Pazar günü sabah 7' de kalkıp ütülü t-shirtlerimizi giydik, saçlarımızı taradık. 2 kuyruk yapıcaktım ama annemin çocukken taradığı gibi beceremedim J) Ben de sadece kurdelelerimi taktım.
Tören alanına yola çıktık.
Bayrak çekme töreni, Toronto’da yaşayan değişik ülkelerin çocuklarının gösterileri, palyaçolar, pamuk helva… Toronto bölgesinde yaşayan 7’den 70’e bütün Türk çocukları tam bir festival havasında bayramımızı kutladık… :)
Diğer aktiviteyse bugün, buranın en büyük çocuk hastanesi olan Sick Kids Hospital’de çocuklarla kilim dokuma workshopuydu. Sick Kids gerçekten çok büyük, hastane demeye insanın dili varmıyor… İnanmazsanız Google’a sorun ;)
Kilim dokuyacağız, benim pek fikrim yok ama yapıcaz artık bişeyler… E-mailde “bir makas alın gelin” diyordu J Neyse Evnur Hanım da erkenci, diğerlerini beklerken hem bişeyler atıştırıyoruz, hem de biraz ders alıyoruz…
Bi alttan bi üstten…
Heyecanlıyım…
Hem İngilizce yüzünden heyecanlanıyorum, hem de hazırlıklı olun, çocukları görünce irkilebilirsiniz, tepki vermeyin diyorlar… ya dayanamazsam… biraz çekingenlik, biraz heyecan, biraz korku…
Karışık bir duygu yumağı…
Ekip tamamlanınca bizi etkinlik yerine götürecek hastanede gönüllü çalışan bir kız çocuğu ile buluşuyoruz…

4. Kattaki bir salona götürüyor bizi, kaç blok geçtik bilmiyorum… koridorun bir yanında büyükler için dinlenme odası var, bilardo masasında oynuyor bazı babalar; diğer tarafta bi odadan palyaço çıkıyor; biraz ilerdeki odanın kapısında “laundry for parents” yazıyor.

Benim yumağa biraz da şaşkınlık koyun…
Salonumuza geliyoruz… Evnur Hanım kilim işinin ve bu etkinliğin üstadı, sanırım 3.seneleri… Birlikte masaları hazırlıyoruz… Susie geliyor hem bize yardım ediyor, hem de bazı hatırlatmalarda bulunuyor.

Aramızda soğuk algınlığı olan var mı?

Çocuklar geldiğinde neden burada olduklarını sormayın!

En önemli 2 nokta…

Biz bir taraftan başlıyoruz ki elimiz alışsın; bu arada da çocuklar gelmeye başlıyor… Bir minik geldi, belki 2 belki 3 yaşında, belinde sondası, yanında annesi, annesinin yanında bir tercüman belki de teyzesi kim bilir… Ufaklık etrafta oynarken anne kilim dokumayı öğrendi… 2-3 derken sayıları arttı… Odasından çıkamayan ama etkinliğe katılmak isteyen çocukların odasına Esra gitti… Çocukları odalarında bırakıp 1-2 anne geldi… Çocuklardan çok onların ihtiyacı var oyalanmaya… Bir haber geldi… geçen sene bu etkinliğe katılan bir çocuk yine istiyor ama gelemiyormuş, Esra bu sefer de ona koştu...

Tekerlekli sandalyenin dışında serum ya da belki de ilaçları tekerlekli aparatlara takılı 2 çocuk geldi, biri benim karşıma oturdu…

İkimiz de birbirimizin gözlerine bakamadık…

Önce Nalan başladı, sonra Nur Hanım devraldı çocuğu… Önce adını sordu.

My name is Luca…

Nur Hanımla birlikte ben de ufaktan ufaktan katıldım onlara… ve en sonunda ikimiz devam ettik… Luca bembeyaz rengi, çubuk kraker kalınlığında parmaklarıyla kilim dokuyordu… Yanlış olunca incecik sesiyle " hoopsyyy" diyordu neşeli neşeli :) Yardımlaşmaya başladık, arada yanlış ipi seçtiğimde uyardı beni J bir anda o kadar zevkli hale geldi ki dokuma işi hayret edersiniz…

İncecik parmaklar, buz gibi ve titrek…

Sonra ip bitti, ben yenisini başlatabilmek için yanına geçene kadar ağlamaya başladı… Renk bitti… yenisini bulduk, ekledik… Odasında devam etmeye karar verdi… Vedalaştık L

Hastalığı neydi, neden ve ne kadar süredir buradaydı, daha ne kadar kalacaktı, kaç yaşındaydı? Bunların hiçbirini bilmiyorum… Hatta gözlerinin rengini bile söyleyemem; ama ellerini tarif edebilirim, o minicik, buz gibi, titreyen ellerini tarif edebilirim…
Ben bugün bir çocuk mutlu edebildim mi bilmiyorum ama bir çocuk o cılız elleriyle bana öyle bir dokundu ki ben 23 Nisan'ı sanki ilk kez kutladım…
Kafamın içinde hala aynı şarkı, boğazımda hala aynı yumru…
My name is Luka
I live on the second floor...

EED

21 Mart 2012 Çarşamba

maceralar yeni başlıyor ;)

Eveeeettt… Bu işler de bittiğine göre artık buradaki hayata gerçekten adapte olmanın zamanı geldi değil mi?

İlk geldiğimde Erdem’ in Kanadalı arkadaşları evlerinde bir hoş geldin yemeği vermişlerdi… Bu davet benim kimsenin Türkçe konuşmadığı sadece İngilizce konuşulan bir toplulukta ilk bulunuşumdu… Fena değildim iyi idare ettim hani… Yemekten sonra oturma odasında hep beraber yayıldık muhabbet ediyoruz… O kadar kaynaştık ki bizimkiler cıvıl cıvıl konuşuyorlar… İşte o anda şarabın da yardımıyla beni aldı mı bi gülmek… Öööle demeyin sinirlerim bozuldu yahuuu… Sanki bizim kanepede (İzmir’de yani) uzanmış televizyon seyrederken cnbc-e’deki bir diziye ışınlanıvermişim gibi geldi… Takip etmeye çalışıyorum ama hızlı yerlerde altyazının eksikliğini çok hissettim… İşte orda tutamadım kendimi J)))

Demek ki bir an önce İngilizce derslerine başlamak gerek J))

Düğünü de atlattıktan sonra araştırdık… Burası göçmen memleketi olduğu için bir sürü imkan var… Ben henüz turist statüsünde olduğumdan ve burada hayatın yavaş olduğu gibi evrak işleri de çok yavaş işlediğinden bir süre daha turist olarak kalacağımdan okullar bana pek pahalı… Devletin desteklediği ve göçmenlerin ayda 30CAD ödediği yetişkinler için bir kurs var… Ben “visitor” olarak ayda 500CAD ödeyeceğim L

Kaydoldum…

Önce seviye sınavı yaptılar… Fena değilmişim yauw… 5. Seviyeden başlıyorum… Aslında dönemin yarısında başladığıma göre 5,5 bile sayılabilirim ;)

19 Mart’ ta başladım… Okulun bulunduğu sokak sebebiyle ilk önce ürküyo biraz insan tabii... Sonra korku filmi değil ama komediyle dram arası bir filmde hissediyor kendini…

Bugün 3. günümdü okulda… Biraz daha alıştım sanki J

Sınıfın tam sayısını bilemiyorum her gün değişiyor… Aralarında çalışanlar var… Bazen gelip bazen gelmiyorlar bir kısmı da aradan sonra gidiyor… Zaten her gün 2,5 saat… Fazla değil yani… Ama hikayeler çok J)) malzeme bol ;)

İlk gün itibarıyla bana yakın davranan genç bir kız var, Carol… Kolombiyalı… Cıvıl cıvıl J Aynı kümede oturuyoruz…

Karşı kümeden orta yaşlı olduğunu düşündüğüm bir Çinli kadın sohbet etti benimle… Sadece 3 aydır burada olduğumu duyunca çok şaşırdı, kendisi 10 senedir burada yaşıyormuş… Şaşırma sırası bendeydi J)) Nasıl olur da aynı sınıftaydık??!!??

Yan kümede 2 Çinli kadın (sanırım Çinliler, henüz daha o yörelerin insanlarını ayırt edemiyorum) bir tane de Pakistanlı var bana sırtı dönük… Ders arasında Çinli kadın bi paket çıkardı, bunu nasıl yapıcam diye… Önce dikkat etmedim, Pakistanlı içine “coconut oil” koyucan falan diye anlatıyo… Aa-aaa bi de baktım ki J))) kına almış Çinliler… Tarifi aldılar ama rengini öğrenince biraz durdular, siyahı yok mu diye sordu bi tanesi J))) Yok anam… Kına bu J))) kızıl olucan mecbur…. Sanırım vazgeçti… Önümüzdeki günlerde anlarız… Beyazları kapansın istiyor ama kimse demedi ona beyazlar kına yakınca kızıl değil kavuniçi olur diye J)))))) Ben de söylemedim vallaaa...

Onlarla aynı kümede oturan sarışın genç bir adam… Balkanlardan herhalde diye düşündüm… Meğer sen Afgan’ mış… Nasıl yani dedim… Aynı bana dedikleri gibi… Sarışın ve yeşil gözlüsün? Güldü çocuk… Ama Afgan’ım işte dedi… Hay allah yaa… Utandım vallaaa…

Karşı kümelerde 2 Rus, 3 Hintli kadın, 1 Afrikalı adam var… Adamın Afrikalı olduğunu düşünüyorum, gece yarısı kadar siyah… Bu da bir ön yargı mı acaba?

Bir İspanyol kadın, bir Iraklı ve sanırım bir Mısırlı kadının yanında oturuyor… Iraklılar toplam 3 kişi, 2 kadın bir genç adam… Bugün başka bir kadın daha gördüm, galiba o da Afrikalı… Birkaç tane daha çekik gözlü var ama Çinli midir değil midir anlamıyorum ki…

Ortak olan şeyse herkes biraz ürkek…

Bugün Nevruz diye öğretmen Afgan Haşmet’ in yeni yılını kutladı J Sonra bir ara ufak bir sohbet yaptılar, Iraklılar ve Mısırlı olduğunu düşündüğüm kadın da katıldı. Öğretmen Kuran’ ın hiç tercüme edilmediğini duyduğunu söyledi onlar da evet dediler, çünkü doğru tercüme edilemiyormuş… E kadın da sordu tabii “peki Arapça bilmeyenler ne yapıyor?” Ben karışmadım… J

Bir de ne çarptı beni biliyor musunuz?

Öğretmen herkesten 3 cümle yazmasını istedi…

Bugünkü konu “present perfect”ti… ve şunu istedi: I have always wanted to…. Hep yapmak istediğiniz 3 şeyi yazın dedi… Hani hayaliniz ne gibisinden…

Çinli kadın ilk cümlesinde ev almak istediğini söyledi, İspanyol kadın romantik bir balayı istediğini söyledi, Hintli kadınlardan biri tır sürmek istediğini söyledi, Iraklı kadın Paris’ e gitmek istiyormuş, Pakistanlı ise büyük bir araba kullanmak istiyormuş, diğer bir Pakistanlı kadın 10 gün cruise turu yapmak istiyormuş, ben de balinalarla dalmak istiyorum yazmıştım…

Tır sürmek hariç hepsinin hayalini gerçekleştirmiş olmak insana garip hissettiriyor… Birden balinalarla dalmak istemek gerçekten hayalmiş gibi geldi J)

EED

Oooo… Son yazıdan bu yana çok şey halloldu bizim buralarda…

Önce gelinlik peşine düştüm… Buradaki kızlarla yaptığımız bir mağaza ziyaretinde halledeceğimi sanırken epeyce uzun bir zaman aldı bu iş… Erdem de dahil oldu J hatta sanırım gelinlik alışverişine giden ilk damat olarak da kayıtlara geçme şansı var… O dükkan senin bu dükkan benim dolaşıp, hatta bir mağazanın sezon sonu indirimine gidip ki bunu görmeniz lazım… bir otelin 3 balo salonunu birleştirmişler… yer gök gelinlik ve kadın doluydu J))))
Tabii ki orada da bişey bulamayıp, tam umudu kestiğimiz anda ve adresi yüzünden pek de umutsuz gittiğimiz bir dükkanda ikimiz de “işte bu!” dedik… sonra bulduğumuz model kesmedi bizi… yani şık bir elbiseydi bulduğumuz; çünkü uzun ve pofuduk gelinlikleri kullanmak ayrı beceri istiyordu ki bu da bende yoktu… her denediğim gelinliğin eteğine dolandım J))) bu kısa olan o yüzden tam bana göreydi… ama acaba biraz daha gelinlik havası katabilir miydik? Harika bir satış danışmanı ve terzi sayesinde bi de kuyruk ekledik… üstelik de törenden sonra çıkar at cinsinden ;)

Bu arada dua ediyorum… Yarabbim şuraya bi kar yağsa! Hani ben Kanada’ ya gelip kardan bıkıcaktım? İzmir’ de bile kardan bıktılar, biz burda üzerimize pudra şekeri serpilmiş gibiyiz… Nerdeyse ilk gün gördüğüm mm mertebesindeki kar için benim gibi çığlık atacak hale geldi bütün Kanadalılar…

Gelinlik hallolduktan sonra sıra ayakkabı, çanta ve saç-başa geldi tabii…

Ayakkabıları ve çantayı 7 saatlik bir alışveriş merkezi turunun sonunda Esin ve Yasemin’ le de mailleşerek aldım J)

Şimdi gülerek yazıyorum ama o günlerde biraz buruktu içim… Kız arkadaşlar başka biliyo musunuz? Nasıl açıklayayım ki?? Başka işte… Hep İpek olsaydı, Aylin olsaydı, Gülden olsaydı, Gözde olsaydı, Feryal, Evşen olsaydı, Aslı olsaydı… her şeyi ne de zevkli ne de çabuk hallederdik diye düşündüm… olsaydı da olsaydı… E kız kıza edilecek muhabbetler, yapılacak yorumlar, dedikodular vardı… J) Teknoloji sayesinde biraz da olsa paylaştık ama o heyecanı anında paylaşmak, bakışlarla anlaşmak başka tabii ;)

Bu arada ben araba kullanıyorum ama yakında Türk ehliyetimle kullanma iznim bitecek ve Kanada ehliyeti almak zorundayım… Yazılı sınava gireyim, direksiyonu da sonra hallederiz diye düşündük… Ay o da başka bir macera J)))

Neyse… nerde kalmıştık?

Kardeşim de geldikten sonra saç aksesuarını ve el çiçeğini de kolayca hallediverdik J) Canım kardeşim, o kadar özlemişim ki…

Tören yerini ve şeklini daha önceden kararlaştırmış ve organize etmiştik…

Burada nikah memurları belediyeye bağlı değilmiş… Özel çalışıyorlar ve kendin bulup anlaşıyorsun, istediğin yere gelip töreni yapıyorlar… Erdem’i sürüklediğim bir “Bridal Show”da tesadüfen bulduğumuz Alman asıllı papaz Paul kıyacak bizim nikahı… Aslında bi de kilise ayarlayacaktık ama yetiştiremedik J)

Şimdi tek eksiğimiz kar…

Düğün günü geldi çattı… Sabah bi uyandık, her taraf bembeyaz J Bu sene doğru düzgün bir tek gün kar yağdı buraya o da 11 Şubat… Yaşasın karda gelin fotoğrafım olacak J


Oldu da bitti bile… Evlendik J

Türkiye’ den gelen annem, kız kardeşim ve Can’ ikoyu da uğurladıktan sonra kaldım mı kuş gibi… İşte şimdi zamanıdır fonda “yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar, aşrı aşrı memlekete kız vermesinler” türküsünün…
Gözlerdeki damlaları sildiysek buradaki maceralara devam edelim ;)

Elvan Eryöner Denizkuşu :)

21 Ocak 2012 Cumartesi

matematik problemim oluştu :)

Matematiği hayatımın neresinde kullanacağım diye soran gafil… gel de burda hava durumu programını izle J))

Hava sıcaklığı -13 derece olacakmış amaaaa rüzgarla birlikte hissedilen -23 olacakmış….

Buraya kadar tamam… bizim memlekette de nemle birlikte hissedilen +45 oluyo mesela (tabii söylemiyolar o ayrı), programların bazen güneşte gölgede ayrı sıcaklıklar verdikleri vakii… fakat hiçbir hava durumu programı size bu sıcaklıklarda 10dk yürürseniz – kaç hissedersiniz; yarım saat yürürseniz – kaç hissedersiniz söyledi mi? Söyledi mi ha?

Şimdi soruyorum:

mevcut hava sıcaklığı -9 derede celcius iken (çünkü bi de fahrenheeyytt var) 20km rüzgar varken ben çıkıp yürüsem -35 dereceye dayanıklı olan montum kendini ne kadar sürede imha eder?

J))) evet yaaa… mont alırken derecesine baktık… -35e kadar dayanıklıymış aldığımız mont J)) sonra nooluyo onu bilmiyorum…

Öğrenince size yazabilecek durumda olur muyum bilemiycem ama merak da etmiyor değilim hani J) ben denemeden soruyu çözen haber versin ;)

Elvan

20 Ocak 2012 Cuma

Ayrılmak zordu fakat gelişim rahat oldu…

Yolculuk heyecanlı başladı tabii... Pasaport kontrolünün önünde babam, annem, Esin, Can, Serkan, İpek ve Gülden sıraya girmişlerdi... Sırayla öpüştük, Esin’ le ayrılırken gözyaşları sel oldu... sonra devamı geldi :) Neyse ben kontrole girdiğimde polisin Canada' da mı yaşıyorsunuz sorusuyla ayıldım... Dökülen gözyaşları yüzünden adam öyle sanmıştı tabii... yani aslında aramızdaki sırrı açık etmiştik... Birden "anam" dedim" şimdi bu polis Canada’ ya haber uçurur mu, geri gönderin bu hatunu" diye... hemen neşelenip "yooo tatile gidiyorum" dedim ama annem arkamdan en acıklı türk filmi seslendirmesine taş çıkartacak bi sesle bana seslendi ve ben dönüp ona bi daha sarıldım :) Neyse ben gözyaşlarımı içime akıtıp, tatil heyecanı ve mutluluğu ile yola devam ettim...

İzmir-Münih uçağında yerim cam kenarıydı, saf saf baktım acaba bizimkileri görebilir miyim diye, ya da onlar bana bi yerlerden bakıyolar mıdır acaba diye... gözükmüyo bişii tabii :)) ama olsun gönüller bir olsun... sonra konuştuk, onlar da üst kata çıkıp uçak havalanana kadar bakmışlar :))))
Münih’ teki hava şartları yüzünden 20dk gecikmeli kalktık ama pilot dedi ki endişelenmeyin bütün uçuşlarda rötar var... e iyi madem deyip uyudum... ve Lufthansa millerimi harcama fırsatını kaçırdım :(

Münih’ te koşarak Toronto uçağının kapısına vardım; tam saatinde uçağa aldılar... O da ne? Kar yağıyo :) hem de deli gibi... yaklaşık 1 saat rötar yaptık... Lufthansa milleriiiii!!! Uçakta da şans yok, çünkü Air Canada... Neyse artık yapıcak bişii yok... 2li koltukta cam kenarındayım, yanımda genç bi adam; arkada 2 çocuklu bi kadın... kadın cam kenarında ve kucağındaki velet koltuğu tekmeliyo... allahım bu yol bööle biter mi?

Heidi hostes olmuş, ona sesleniyorum… eski tanıdık nede olsa :))) wallaa adı Heidi diye bi yakın hissettim ben ama, kadının umrunda değil tabii :))) yandaki boş yere geçebilir miyim diyorum. “oluuur” diyor. Fakat yanlarına geçtiğim ana-kız pek mutlu olmadı bu işten, yine de durumu anlayışla karşıladılar :) bu arada başka bi hostes bizim veletlerle annelerini önde başka bi yere alınca ben hemen eski yerime geri döndüm :)))) neyse sonuçta 1 saatlik rötarı bu şekilde yer değiştirerek değerlendirdik ve hiç sıkılmadan havalandık :) Rahat bir yolculuktu, yemekler de idare ederdi, ben zaten heyecanlıydım... 3 film seyrettim... içimden çalıştım... I'm coming for the winter vacation... to celebrate xmas and new year with my friends..  bla bla bla... geldiiikk... formları dağıttılar, doldurdum... ayy bayıliciiiim... neyse indik... kabin bagajı, bilgisayar çantası, el çantası, manto, 2 şal, hırka ve ben biraraya geldik ve uçaktan bir seferde inmeyi başardık... tabii ki önce restrooma (tuvalet yani) uğrayıp sonra da pasaport kontrolüne doğru ilerlemeye başladım... Bi sırada 2 kişi var, hemen onların arkasına geçtim... bi de baktım ki görevli zenci... hay allah ya ingilizcesini anlamazsam... derken "neeext" dedi...
gittim... "hiiii :)" 
Mr. Cosby bana bonjour demesin mi :)))) başladım fransızca konuşmaya... bu sefer adamcaaaz ben bilmiyorum dedi :) öölesine demiş meğerse, yan taraftaki biliyo istersen ona git dedi, yok dedim ben ingilizce de konuşurum :)))) adam waauuuww dedi tabii... o zaman heyecan yapmasın diye az dedim... az biliyorum ingilizce :) biz bööle muhabbet edip gülerken adam bana giriş damgasını falan bastı... sonra da neden geldin ne kadar kalıcan dedi ama öööle muhabbet ediyoruz yani...  :)) byyeeee diye ayrıldık... artık çok rahatım... gittim akşamdan kemerle bellerini sıktığımız valizlerimi buldum, arabaya yükledim, çıkış sırasına girdim...
veeee

Erdeeeemmm :)  
filmin son sahnesi... sarıldık…

"to be continued"  (fonda da fly me to the moon çalıyo)

Bu biten daha 1. Bölüm…

Neyse ev yolundayken Derin’ i aradık sushici de yer ayırtsın diye... valizleri odaya atıp, biraz soluklanıp dışarı çıktık... ben sushici de hesabı beklerken uyuklamaya başladım tabii bir jetlag olarak :))) pazar sabahı dışarı bi çıktık... aaaaa kaaarrr :)))) çığlık atmaya yeltendim... ama durdum... burası için biraz komik olacaktı tabiii... mm mertebesinde bir kar kalınlığı için çığlık atmak... kahvaltıya tutti fruttiye gittik :) dietten önce son çıkış ;)
Derin’ i antremana bıraktık, market alışverişini yaptık, Derin’ in antremanı bitti onu aldık evine bıraktık, poşetleri dolaba bıraktık, kendimizi Mevhibe ve Ender’ e attık... çay hazır, pasta börek de var :) dietten önceki en son çıkış :)))) 6’ da kalkalım deyip 8.30da ancak kapıya kadar ilerleyebilmiştik; cruisedan dönen arkadaşlardan da sırayla haber alıp eve vardık ve jetlag :) ben uyur...

Sabah ben alarmdan önce uyanıyorum, hala öyle gidiyor ama bu bitecek biliyorum :)
pazatesi... haftanın ilk günü...ilk pazartesi... ilk defa iki kişilik kahvaltı hazırladım... Erdemi yolcu ettim...

eee??? valizleri açiim barii...
açtım... herşeyi yatağın üzerine koydum... dolabı bi açtım... askı yok :))) raf yok :))) e nolcak bunlar??? akşam oluyo...

yemek yok :)))
salata, ızgara et, brokoli haşlama... ilk menümüz :)

yemekten sonra çıktık yakın bi AVMye gittik, hem bana telefon aldık (kardeşimle facetime görüşebilmek için Iphone aldık-mecburiyetten yani) hem de askı aldık hem de ben bütün gün evde uslu uslu durdum diye kahve içtik... :)))
Salı günü asılacaklar asıldı, biraz da temizlik, e yemek yap akşam oldu :)))) ne yoğunmuş housewife olmak yauw :))) Salı akşamı Derin’ in maçı vardı; onlar maça gitti ben evde tv seyrettim...
Çarşamba günü Erdem erken çıktı, yemeği dışarda yiycez; ev işiyle uğraşmadım hiç... Toronto’ nun merkezine gittik... bayaa güzel şehirmiş burası :) hele o caddeye sen beni İpek ve Esin’ le birlikte salacaksın... altını üstüne getiririz alimallah... bi kitapçıya girdik... bayıldım bayıldııımmm... İndigo...
Perşembe sabahı birlikte çıktık evden... belediyeye gittik... başvurumuzu yaptık... sonra işte ben evdeyim...
kıymalı pırasa yaptım :)))) Erdem’i bekliyorum...

Günler böyle geçiyor... hele şu yıl bitsin, yeni yıla başlayalım bakalım... derken nerdeyse Ocak bitiyor... ama bi sürü iş hallettik... neleri ve en önemlisi nasıl hallettiğimizi ayrıca yazacağım ;) 
bu akşam mı?
mantı var yemekte :))) korkmayın ben açmadım...
Görüşmek üzere...

Elvan

5 Ocak 2012 Perşembe

şıpıdık terlikten kar botuna...

Aslında bu çizmeler öööle şıp diye alınmadı... öncesi bu şıpıdık terliklere dayanır :) bilen bilir hikaye çooook seneler önce bir yaz İzmir Karaburun' da başlar... Seneleeeer sonra yaklaşık 24 sene kadar sonra yine bir yaz sanal ortamda filizlenir... Yaza yetişmeyince de kış aylarında Florida ve Karayiplerde yine şıpıdık terlikler iş başındadır...



İşte bu şıpıdık terlikler 1 sene içinde büyür ve kar botu olurlar... Kırmızııııı... çünkü en güzeli bunlardı ;)






Neden mi kar botu?
E ben İzmir' den kalktım, bana yazdığı şarkıyı 25 sene sonra dinlediğim ilk aşkımın yanına Kanada' ya geldim :)
Hah işte bu kararımla birlikte her yerden aynı mail gelmeye başladı... "Kanadaya giden bir İzmirlinin günlüğü"... :))) O kadar çok geldi ki bu mail en sonunda bana günlüğün gerçeğini yapmaktan başka çare kalmadı...
Aslında geleli oldu bayaa... ama hemen başlayamadım yazmaya... yazsam yeri vardı tabii :))) uzun uçuş macerası ve pasaport polisiyle tadına doyamadığımız muhabbet falan... ama işte anca toparlıyorum kendimi... yavaş yavaş anlatırım hepsini :)
Şimdilik bu kadar... akşam oldu burda... bu akşam menüde fırında tavuk var... ve pilav yapıcam daha... evet evet ilk pilavım :) annem kopya verdi tane tane olması için 1-2 damla limon suyu koyucam ;) sizin de aklınızda olsun...
hoşçakalıııınnn...
Elvan